5 Temmuz 2014 Cumartesi

BOKBÖCEKLERİNİN DÜNYASI


Adı kötü, çirkin gibi gelse de bokböceklerinin pek çok yararları, bilimsel olarak, gösterilmiştir.

Şimdi biz, çoğunu, biraz sonra belirteceğimiz kaynaklardan alıp çevirdiğimiz, bilgileri, sevimli biçime dönüştürüp aşağıda sunuyoruz.
(* 1. Kaynaklar: Enciclopedia, CSR-Larousse; Guy Rachet,
2. Dizionario dell’Antico Egitto, trad.it. 1991, Roma, pp.294-295;
3. La vita animale, trad.it. Milano, 1978, pp. 294-295.)

Bokböceklerinin bilinen yirmibin çeşidi varmış. Bunların çeşitleri arasında bilinenlerden birkaçının adı:
fil bokbeceği, Herkül bokböceği, Goliya bokböceği, kral bokböceği, gergedan bokböceği.
Bok yedikleri için, eskiden beri, çok yararlı ve önemli sayılırlarmış çünkü pek çok boku toprağa gömüp organik maddenin hızla değişimini sağlarlarmış.
Düşünün onlar olmasa yeryüzünde dağlar kadar bok yığılır pek çok insan bokun altında kalır,
boka bulanır, boğulur ölürmüş.
Bu bokböceklerinin çok ilginç davranışları varmış. Eşine, sevgilisine, karısına götüreceği en güzel armağan bok topağıdıymış. Ön ayaklarıyla boku toplayıp topak yapar. Bu topak ne kadar büyük olursa o kadar değerli olurmuş sevgilisinin, karısının gözünde.
Kimi zaman iki bokböceği bok topağı yüzünden birbiriyle kavga da ederlermiş. Bok topağı olmayan bok topağı olanın önündekini alıp karısına götürmek istermiş. Yani bir çeşit bok zorbalığıymış bu.

Bokböcekleri arasında cilveleşmeler:
-Bak, bokböceği sevgilim, sana neler getirdim neler!
-Ah, canımın içi, bokböceği sevgilim, benim, bana neler getirdin bakalım, düğün için?
-Sevgilim, sana, bir topak bok getirdim! Hem de büyüğünden.
Görüyorsun seni ne kadar sevdiğimi. Senin için dağlar kadar bok getiririm, bok!
Bokböceğinin sevgilisi, karısı, çok sevinir, bok topağını getiren kocasının sırtını okşarmış şu sözleri söyleyerek:
-Sen benim canımın içisin. Sen olmasaydın kim getirecekti bana bu kadar boku? Bu bok topağı bizim evimiz, yuvamız, azığımız olacak.
İndir onu arka ayaklarınla şurdaki oyuğa.Ben senden gebe kalıp bok topu gibi bokböceklerini onun içinde doğuracağım. Onları onun içinde yetiştireceğiz.
Kimsenin beğenmediği, insanların bilmediği, bok topağı bizim için, doğacak yavrularımız için, boktan bir saray, bir aşk yuvası, bir bok cenneti olacak. İçinde ben, sen ve çocuklarımızla, belki de torunlarımızla gül gibi geçinip gideceğiz, kokulu bir yaşam süreceğiz….
Eski Mısır’da bokböceğini kutsal saymışlar, tanrı da saymışlar, ona tapmışlar bile.
İnsanoğlu eskiden beri nelere tapmış nelere? Dağa tapmış, taşa tapmış, ite tapmış, kurda tapmış.
Aklına ne gelirse tapmış. Odundan, ağaçtan, taştan kendi yaptığı şeyleri tanrı sanıp onlara bile tapmış. Hemen hemen her hayvana tapmış, ineğe varıncaya kadar, bokböceğine varıncaya kadar.
Eskiden kimi tapınakların ön yüzüne erkeğin şeyini bile koymuşlar da sonradan kaldırmışlar.
-Hiç insana tapan, dağ, taş, it, kurt, kuş, odun, hayvan, bokböceği gördünüz mü?
-Yo!
Bir de insanoğlu kendini akıllı sanır!
Mısır’ın eskisi de yenisi de burdan birkaç bin kilometre aşağıda. Hani duymuşunuzdur Firavun, Firavunlar ülkesi diye. İşte orasıdır. Orda eskiden bokböceğini kutsal sayıyorlarmış. Bokböceğinin yuvarlaya yuvarlaya top, topak biçimine soktuğu boku güneşe, sabah güneşine benzetiyorlarmış kendi düşüncelerine göre. Bokböceğinin önünde yuvarlanıp giden bu top, dünyayı yaratmadan önceki ilk tanrının durumunu simgeliyormuş. Eski Mısırlılar bokböceğinin kendi kendini yarattığını sanıyorlarmış.
Bu yüzden de Kepri adını almış. Bokböceği simgesini mumyalarda çok kullanmışlar onun yardımıyla ölenin yeniden canlanacağını sanıp. Bu yüzden mumyalarda simgelenen ölüm bokböceğine “gönül böceği” adını da vermişler.
Bu bökböcekleri olmasa insanlar hapı yutmuştu, kabasıyla boku yemişti. İnsanların yerine boku bu bokböcekleri yiyor da insanoğlu rahat nefes alıyor. Değilse duman olmuştu.

Birkaç yüzyıl önce Avrupa’lılar Avusturalya’yı bulduklarında oraya, orda bulunmayan Avrupa hayvanlarından da götürmüşler. Bu hayvanlar zamanla çoğalmışlar, milyonları bulmuşlar. Ancak iş hayvanların çoğalmasıyla bitmemiş. Bu Avrupa’dan gelme hayvanların boku da dağlar gibi yığılmış.
Adamlar ne yapacaklarını şaşırmışlar.
Akıllarına Avusturalya’da bulunan ikiyüz kadar bokböceği çeşidini toplayıp onlarla konuşmak, bilgi almak gelmiş. Hani insanları toplayıp konuşurlar ya, öyle bir şey yapmışlar.
İnsanların temsilcisiyle, Avusturalya’daki bokböceklerinin temsilcisi arasında aşağıdaki konuşma geçmiş.
Söze Avrupa’lıların sözcüsü başlamış:
-Ya gardaşım bokböceği, demiş, biz bir türlü anlamadık. Neden siz Avusturalya’lı bokböcekleri Avrupa’dan gelen hayvanların bokuna dönüp bakmıyorsunuz bile?
Avusturalya bokböceklerinin temsilcisi şu karşılığı vermiş:
-Biz binlerce yıldır Avusturalya’daki, kanguru gibi, hayvanların bokunu, yerli boku, yani kendi bokumuzu yemeye alıştık. Bu boklar küçük top büyüklüğünde, kuru, tel tel boklardır. Biz onlarla ancak başedebiliyoruz. Biz yabancı boku yemeye alışık değiliz. Sizin bokunuz yani Avrupa hayvanlarının boku bizim hiç görmediğimiz, alışık olmadığımız bir bok çeşidi. Yenir yutulur cinsten bok değil. Sonra bir ineğiniz sıçtı mı dünya kadar bok sıçıyor. Kim bitirecek onu?
Kendiniz yiyin kendi bokunuzu. Daha doğrusu sizin Avrupa bokböcekleriniz yesin sizin boklarınızı.
Biz onları tövbe yemeyiz.
Avrupa’lıların temsilcisi:
-Size bokyeme madalyası verelim.
Avusturalyalı bokböcekleri temsilcisi:
-Bokyeme madalyası verseniz de biz sizin bokunuzu yemeyiz.
Avrupa’lıların temsilcisi:
-Sizinle ikili bokyeme anlaşması yapalım.
Avusturalyalı bokböcekleri temsilcisi:
-Alıştınız değil mi herkese, ikili anlaşmalarla, kendi bokunuzu yedirmeye. Sizin bokunuz ikili anlaşmayla da, tekli anlaşmayla da yenilir yutulur bok değil. Biz sizin bokunuzu yemeyiz.
-Sizi ilerde Avrupa Birliği’ne de aldırabiliriz.
Avusturalya bokböcekleri temsilcisi:
-Avrupa Birliği’ne değil İkiliği’ne de aldırsanız, Avrupa Cenneti’ne sokacağınıza da söz verseniz,
gene, biz Avrupa boku yemeyiz. Kendi bokunuzu kendi bokböcekleriniz yesin. Bokunuzun çaresine bakın. Haydi hoşça kalın. Biz dönüyoruz kendi işimizin başına, kendi yerli bokumuzu yemeye.
Avusturalya’nın Avrupa’dan gelme yeni ağası onların gittiğini görünce yeni yollar, yeni çözümler aramaya, düşünmeye başlamış. Kendi kendine söylenmiş:
-Avrupa’dan da getirebilirim bokböceklerini ancak onların hem sayıları az, hem karınları tok.
Onlar Tyana’daki, kemerhisar’daki, şallaan şişkinleri gibi. Onlar iş beğenmezler, bir sürü haklar isterler, emeklilik isterler, tatil parası, tatil yapmak, isterler, sendika hakları isterler. İsterler babam isterler. Onlarla zor başa çıkılır. Ne yapsak ki.
O böyle kara kara düşünürken aklına Kara Afrika kıtası gelir:
-Hay Allah, der, neden daha önce düşünmedim. Afrika bokböceklerinin gözleri Avrupa bokböcekleri gibi açılmış değil. Orda işsizlik çok. Bıraksan hepsi köhne gemilerle Avrupa’ya geçecek. Afrika’da ikibini aşkın bokböceği çeşidi vardır. Bunlar her türlü boku yemeye alışkındır. Afrika bokunu da yerler, Avrupa bokunu da. Yani ikili bok yemeye alışıktırlar. Kimisi bokun bileşimine, koyuluğuna, nemine, bulunduğu toprağın durumuna göre uzmanlaşmıştır bile. Hele hele, manda bokuna, taze boka dayanamazlar. Yüzlerce metre öteden mandanın osuruğunu duyup koşar yüzlercesi. Daha manda boku yere düşer düşmez beş on dakika içinde yer bitirirler. Fil bokuna binlercesi aç kurt gibi saldırıp bitiriverirler. Tam bize, Avusturalya’ya, göredir. Gidip onlara başvurayım.
Avusturalya’nın yeni sahibi, yeni ağası, atlar gemiye, soluğu, doğru, Afrika’da alır. Afrika’nın uygun bir yerinde Afrika bokböceklerinin binlercesini, belki onbinlercesini toplayıp onlarla konuşur.
Bunlar, Avrupa’dan gelme Avusturalya’lı yeni ağanın kendileriyle konuşmak istemesine önce şaşırırlar:
-Bayram değil seyran değil. Avusturalya’lı eniştemiz biz bokböceklerini niye öptü ki? diye düşünerek.
Sonra hepsi onu büyük bir dikkatle dinlerler:
-Dinleyin beni Afrika’lı bokböcekleri gardaşlarım. Sizleri bugün burada toplamamın nedeni şu:
Avrupa’dan Avusturalya’ya götürdüğümüz hayvanların bokunu Avusturalya bokböceklerine beğendiremedik. Biz kendi bokumuza alışığız, kendi bokumuzu yeriz, Avrupa’lı boku yemeyiz dediler. Kendilerine bokyeme madalyası vermeyi, onları ilerde Avrupa Birliği’ne bile aldırmayı
söz verdik.
Nuh dediler peygamber demediler. Çekip gittiler.
Bunu duyan Afrika’lı bokböcekleri kendi aralarında konuşurlar:
-Bok da beğenilmez olur muymuş? Bok bulmuşlar da kılını mı yoksa kıllısını mı arıyor şallaan şişkinleri?
Adam sürdürür konuşmasını:
Avusturalya’da dağlar gibi bok birikti. Bokla birlikte hastalık yapan asalaklar, sinekler de çoğaldı.
Ne yapacağımızı şaşırdık. Avrupa’dan da getirtemezdik. Hem sayıları az, hem sonra onları da memnun etmek çok zor. Aklımıza siz geldiniz. Siz hem Afrika, hem Avrupa boku yemeye, yani ikili bok yemeye alışıksınız. Sonra Afrika’da çok işsizlik var. Oraya, Birleşmiş Milletler değil Dağınık Milletler de yardım etse, Afrika’nın durumu zor düzelir. Gidiş kötü. Çölleşmeye doğru gidiyor. Bu gidişle orda ne ot, ne hayvan, dolayısıyla, ne de bok kalacak. Sizler de aç kalacaksınız.
Biz sizi, Avrupa’ya giderken olduğu gibi, işin içine Mafya’yı sokarak, götürmeyeceğiz. Para mara da almayacağız. Gemilerle götüreceğiz. Orda siz bokböcekleri için tam bir bok cenneti var. Siz de rahat edeceksiniz, çocuğunuz çoluğunuz da ve dolayısıyla biz de. Sizlere kolaylıkla oturma izni, yurttaşlık da veririz. Sonra, istediğiniz zaman Afrika’daki yakınlarınızı da getirtebilirsiniz oraya.
Bu güzel konuşmayı dinleyen Afrikalı bokböcekleri aralarında konuşup öneriyi kabul etmişler çünkü başka çıkar yolları yokmuş. Nasıl olsa Afrika’da onlar için gelecek de kalmamışa benzemiştir.
Afrika’dan götürülen bokböcekleri sayesinde, Avusturalya, hem bok açısından hem ona bağlı pek çok hastalık açısından çözüm bulup rahatlamıştır.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder